11 Haziran 2015 Perşembe

Kale - Antoine de Saint-Exupéry

<< Şöyle derdi babam bana:
“Birlikte bir kule yapmaya zorla onları, hepsini kardeş edersin. Ama birbirlerinden nefret etmelerini istiyorsan, bir avuç yem at önlerine.” >>

<<Uğraştığın şeyi kurarsın, işte bu kadar. Uğraştığın şey çarpıştığın şey bile olsa. Kendisiyle savaşırsam, düşmanımı kurarım. Örsümde döverim onu sertleştiririm. Geleceğin özgürlüğü adına, boşu boşuna, baskımı güçlendirmeye kalktım mı kurduğum şey baskıdır. Çünkü yaşamla oyun olmaz.
Düşmanımı dize getirmekle yetinirsem, düşmanımı ve kinini kurarım. >>

<< Elbette aşk adına seni tüketen çalışma ne kadar çetinse, o kadar coşturur seni. Ne kadar çok verirsen, o kadar çok büyürsün. Ama alacak biri bulunmalı. Yitirmek vermek değildir. >>

<< Sonrasızcasına kovaladığın sonrasızcasına uzaklaşır, diyorsun…>>

<< Aşk elimin altında bir yedeklik değildir: yüreğimin emeğidir her şeyden önce. >>

<< Dil yoluyla geçiremem içimdekini. İçimdekini dile getirecek sözcük yok. Sözden başka yollarla anlayabildiğim ölçüde belirtebilirim onu. Aşkın mucizesiyle ya da aynı Tanrıdan doğduğumuzdan, bana benzediğin için. >>

<< Bir şey karşına dikiliyorsa, seni yaralıyorsa, bırak gelişsin, kök salıyorsun, deri değiştiriyorsun demektir. Senden seni doğurtan parçalanışa ne mutlu!>>

<< Şimdi kalkar da bana “Bu adamı uyandırayım mı, yoksa bırakayım da uyuyup mutlu mu olsun?” diye sorarsan, mutluluk konusunda hiçbir şey bilmediğini söylerim sana. Bir kuzey şafağı doğuyorsa, dostunu uykuda mı bırakacaksın? Kuzey şafağını görebilecekse, hiç kimse uyumamalıdır. Uykuyu seven, uykuya gömülen de öyle: uykusundan çek al onu, tut, dışarı at, at ki oluşsun. >>

<< Çölünün mesafeleriyle dolu olan savaşçının aşkı aşktır ancak. Ancak kuyu çevrelerinde kurulan pusuda, sevmesini bilmiş aşığınki yaşamı sunmadır. Yoksa sunulan beden ne özveri olur, ne aşk armağanı. >>

<< Düş kırıklığı bayağılıktan başka bir şey değildir, çünkü bir insanda sevmediğin bir şey de varsa, bu insanda daha önce sevdiğin şey ne diye yıkılsın? Ama sen, sevdiğini ya da seni seveni köle yapıp çıkıyorsun hemen, köleliğin yüklerini sırtına almayınca da suçluyorsun onu. >>

<< Dostluğu düş kırıklığına uğratılamamasından tanırım, gerçek aşkı da yaralanamamasından.>>

<< Çocuğa bir oyuncak veririm, gömüsünü geri alırım korkusuyla alıp kaçar. Ama karşısına çıkacak ilk böğürtlenlerde, uğrunda kanını akıtacağı bir puttur oyuncağı. >>

<< Yuvasını yapan kuş gibisin ve yuva ılıktır, balını yapan arı gibisin ve bal tatlıdır, çömlek aşkıyla, yani aşkla, yani duayla çömleğini yoğuran adam gibisin. Satılmak için yazılmış şiire inanır mısın? Tecim malı olan şiir, şiir değildir artık. Yarışma konusu olmuş çömlek artık çömlek ve Tanrı imgesi değildir. Senin boş gururunun ya da bayağı iştahlarının imgesidir. >>

<< Nesnelerin insanlara hizmet etsinler diye kurulması iyiyse de insanların nesnelere çöp tenekesi olmak üzere kurulmaları canavarca bir şey. >>

10 Haziran 2015 Çarşamba

Zaman


"Zaman,her şeyi yarına bırakırken,
gücünü saklarken
kendini affedip affedip unuturken,
ve aynaya her baktığında
gördüğünü kendin zannederken,
bize kalan bu işte..
şu yaşımın en güzel haliyle geldim sana..
hadi dokun bana
başlayıp başlayıp yarım bıraktığın sayfalar gibi dokun."


Yeditepe İstanbul- Olcay'dan...

Denizin Delisi

"unutmak mı?
delisin...
gitmesem de bekler orada deniz.
gelirsem, bilmelisin
benim beklememdir burada deniz.
gitmek gibi geleceğim
denizin delisine
delinin denizi gibi
o ne kadar giderse.."

Ö.Asaf


(16 yaşıma selam )

8 Haziran 2015 Pazartesi

Sevmek

Sevmek bazen büyük rezilliktir
içinde uçsuz bucaksız çaresizlik,
çoğu zaman yalnızlık dolu.
Kimi seversen sev hep aynı üstelik.
İster aşk olsun adı,

ister kardeşlik
veya dostluk;
karnında beslediğin evladını,
ya da bir hayvanı sevdiğinde de fark etmeyecek.
Sevgi her zaman başına bela açacak.
Büyük kavgalara gireceksin belki,
belki sonsuz hasretin eline düşeceksin
kim bilir asla yakın olamayacaksın bir düşün, 

yine de atacaksın kendini bile isteye.
Karşılığı olacak mı,
sevinci acısına galip gelecek mi,bilmeyeceksin.
Düpedüz kumar oynacaksın aslında.
Değmez mi yalan dünyada diyeceksin,

ders almayacak kalbine yenileceksin.
Sevmek cisimsiz bir mucize,
kimseye anlatamayacaksın.
Bazen telaşından delirecek 

bazen zamansız gülecek, 
durup dururken ağlayacaksın.
Korkacaksın ama kaçınamayacaksın,
inkar edecek ama teslim olacaksın.
Sevmek güzeldir haklısın ama
uğuna yazılanları okudukça sen de göreceksin;
sevmek rezilliktir insana, alışacaksın.
Adına büyük cümleler kurmana gerek kalmayacak,
Hissetmen yeter, yaşayacaksın.

Bu Su Hiç Durmaz

Kar gibi örttün üstünü, içinde tüm çiçekler
Birer birer titrediler
Uykusuzluğundan belli, kafanda birikintiler
Teker teker döküldüler

Sen hep kendine önlemler aldın
Ben kendime yasaklar koydum
Önümüzde barajlar var
Bu su hiç durmaz!..
Bu su hiç durmaz!..

Yaşamak dopdoluydu akan pınarlar gibi
İnanmayanlar beklediler
Umutlarını borç verdin, cebinde hiç kalmadı
Dostların anlamadılar

Sen hep kendine önlemler aldın
Ben kendime yasaklar koydum
Önümüzde barajlar var
Bu su hiç durmaz!..
Bu su hiç durmaz!..

Nar gibi güzelliğin gizliydi vereceklerin fazlaydı
İnsanlar inanmadılar
Sustun sustun konuşmadın, sonra kaçtın arkana bakmadan
İnsanlar şaşırdılar

Sen hep kendine önlemler aldın
Ben kendime yasaklar koydum
Önümüzde barajlar var
Bu su hiç durmaz!..
Bu su hiç durmaz!..

Bülent Ortaçgil

4 Haziran 2015 Perşembe

Hayat

Hayat dediğin
hep aynı insana umursamazlığı
bir diğerine sonsuz sevme yeteneğini verirken
geçip gidiyordu.
Nasıl bu kadar hoyrat olabildiler?
Nasıl en güzel cümleleri yazdıklarına,
en sahici gülümsediklerine
bu kadar kolay yüz çevirdiler?
Akıl sır erdirebilen olmadı.
Hayat dediğin
sevdikçe hatalara düşenleri
hiç affetmedi.
Onun eğlencesi yarı yolda bırakanlarla.
Zalimliği emek için aynı nakaratta takılıp kalmışlarla.
Hayat dediğin nedir?
Sevmek dediğin ne değerdedir?
Boş ver gitsin.
Hayat adaletlidir eninde sonunda;
Nefes sayısı farklı evet,
Gidilecek hiçlik aynı nasılsa..

Good Will Hunting

Sana savaşı sorsam Sheakspeare'den alıntılar yaparsın..
Ama hiç savaş görmedin. 
En yakın dostunun, kafası kucağında son nefesini verirken sana nasıl baktığını görmedin.
Sana kadınları sorsam neleri sevdikleri hakkında bir sürü şey sayarsın. 
Belki birkaç kere yatmışsındır da. 
Ama bir kadının yanında uyanmanın ve mutlu olmanın ne demek olduğunu söyleyemezsin. 
Sana aşkı sorsam sonelerden alıntı yapacaksın..
ama bir kadının karşısında tamamen savunmasız kalmadın..
sana gözleriyle hükmedecek birini görmedin..
Tanrı'nın seni cehennemden kurtarması için indirdiği melek olduğunu düşünmedin..
Onun meleği olmak nasıl bir şey bunu da bilmiyorsun..
bir aşkı sonsuza dek paylaşmayı..
Gerçek kayıp ne demek bilmiyorsun..
çünkü hiç bir şeyi kendinden daha fazla sevmedin..
birini bu kadar sevmeye cesaret bile edememişsindir..
Sırf oliver twist'i okudum diye hayatının ilk dönemlerinde neler hissettiğini anlayabilir miyim..
bu seni anlatır mı..
sırf kitap okudum diye seni anlayamam..
belki büyük bir fırtınanın ortasındasındır..
dalgalar küçük kayığının üzerinden geçiyordur..
küreklerin kırılmak üzeredir..
belki de yapman gereken kayıktan inmek.."

Yüz Yüze Konuşalım

Hoş geldin...
Çok uzun zaman oldu, hiç gelmeyeceksin sanmıştım. Hadi açığı kapatalım. Saate bakmadan zamansızlığı düşünmeden konuşalım bir an önce. Sabırsızlığımı gözlerimden okuyorsundur. Çok şey var konuşacak. Unutmadın beni değil mi? Yüzlerce sene önce yan yana oturup dünyalar kadar konuşmuş hatta uzun uzun  da susmuştuk. Araya bir kaç ömür filan girdi sanırım. Şimdi ikimiz de yaş aldık. Ben hala büyümeye çalışıyorum ama çelişki o ya, çocuk kalmak da istiyorum bir yandan. Sense bu hayatı yaşayıp bitirmiş, geri dönmüşsün; yüzündeki çizgilerden, gözlerindeki belli belirsiz bulutlanmalardan belli. Artık biraz çocuklaşmak ister gibisin, bu alaycı tavrın bu yüzden. Şakalarını nasıl özlemişim, benimle uğraşıp durmanı. Biliyorum ben de senden uzak durdum, haklı sebeplerim vardı. Sen değildin elbet suçlusu ama bu uzaklık gerekliydi. Bunu boş ver şimdi. Eskiyi hatırlar mısın? Bazı şeyler çok farklıydı. İnsan azdı, gürültü azdı, dertlerimiz azdı. Sevmek daha kolaydı..Telefonun icadından önceydi o günler hatırlar mısın? Mektuplar yazardık birbirimize. Mektuplar yetmeyince defter tutmaya başladık. Bir sen yazardın uzun uzun bir ben. Sen durmadan kendini anlatırdın, ben kendimi. Hiç de gocunmazdık bu sarhoş muhabbeti yazılardan. Cevapsız bırakırdık birbirimizi. Çünkü dinlemek yetiyordu. Parmaklarımı cümlelerin üzerinde gezdirmek yetiyordu. Kitapları konuşurduk en çok. Okuduğumu seninle paylaşmadan yapamazdım. Sürekli olmasa da müzik de dinlerdik. O anlar en keyifli olanlardı, dünya dururdu biz o şarkılarda kaybolurken. Sende kaybolmak güzeldi. Başımı dizlerine uzatır ellerinin saçlarımda gezinmesini beklerdim. Yumardım gözlerimi, bütün dünyaya. Peki şimdi? Bunca zaman sonra yine yüz yüze konuşalım olmaz mı? Konuşulacak dünya kadar meselemiz var. Cümleler var altını çizeceğimiz. Kitaplara vakit ayırma telaşı var. Peki ya filmler? İnsanı her seferinde başka dehlizlere götüren filmler var. Belki birazını birlikte izleriz. Ama en çok istediğim seninle durmadan konuşmak. Yüz yüze konuşalım olur mu. Çocuklar gibi heyecanlı ve coşkuyla. Sanki dünyaya geleli yüzlerce yıl olmamış gibi.....Konuş benimle..

31 Mayıs 2015 Pazar

Deniz Hayvanlarla Tanıştı

Onunla beraber yeniden büyümek böyle bir şey işte. Deniz öğrenirken, Deniz'e anlatırken aslında biz de bildiklerimizi yeni baştan öğreniyoruz ve işin en güzel kısmı, çocukluğumuzu yeniden yaşıyoruz. Üstelik yetişkin gözüyle tekrar çocuk olmanın tadı bir başka oluyor. Uzun zamandır hayvanat bahçesi sözümüz vardı küçük kıza. Henüz 1.5 yaşında ilk kez gittiğimiz Darıca Hayvanat Bahçesine bugün bir kez daha gittik. İlk seferini hatırlamadığına eminim. Tabi ki bu kez çok daha bilinçli bir gezi oldu. Bunca zamandır kitaplarda, çizgi filmlerde gördüğü tüm hayvanlarla tek tek tanıştı. Darıca elimizdeki tek hayvanat bahçesi. Karşılaştırma yapabileceğimiz başka bir yere gidemediğimizden kalitesini veya düzenini bilemiyorum. Ama en azından hayvan ve bitki çeşitliliği bakımından oldukça güzel bir hayvanat bahçesi olduğunu söyleyebilirim. Hayvanlar bakımlı görünüyordu. Ne kadar mutlu oldukları başka bir tartışma konusu elbet. Ben kendi adıma görmek istediğim hemen hemen tüm hayvanları gördüm. Fil hariç. Malesef tek eksik fil'di. Hiç bir hayvanı birbirinden ayıramam sadece sürüngenler çok fazla ilgi duymadığım bir grup :) En çok ayılara ve maymunlara bayıldım. Kendi adıma en çok de midillilerle temas kurdum. Kendilerini zorla sevdiriyordu keratalar. Deniz'e gelince; yüzündeki sevinç,heyecan, hayvanlara duyduğu sevgi bizim için hem eğlenceydi hem önemli bir deneyim oldu. Bizim kız meğer ne kadar çok hayvan ismi biliyormuş. Timsah, şempanze, kirpi gibi ilk anda akla gelmeyen hayvanlardan tutun bilinen tüm hayvanlara aşina.

Maymunlar ve midilliler yine favorileriydi. Bazılarıyla sohbet etti, bazılarına dokundu, bazılarına çok çok güldü. Sık sık "çok tatlı dimi" diyip durdu. Ama aslan ve kaplandan tahmin ettiğimiz üzere bir hayli ürktü. Zaten sık sık rüyalarına giriyor ve bize sürekli aslandan korktuğundan bahsediyordu. Biz de bu geziyi avantaja çevirip en azından aslanın evimizden uzakta yaşadığını ve bize zarar veremeyeceğini göstermiş olduk. Umarım işe yaramıştır. Kısaca ufaklık da biz de çok eğlendik. Ona hayvanları bu kadar yakından göstermek gerçekten büyük keyifti. Umarım hayvanları her zaman en az şimdi olduğu kadar seven bir insan olur. Biz onu sık sık Darıca'ya getiririz. Yeter ki istesin. Ne demişler "hayvan sevmeyen insanı hiç sevemez".









30 Mayıs 2015 Cumartesi

Tuvalet Eğitimi Notları

Uzun zamandır annelik paylaşımlarına ara vermiştim. Deniz kızı yaşamında yepyeni önemli bir adım daha attı. Anlatılmayı hakeden kocaman bir adım. Bu, tüm anneleri korkutan zorlu bir konu. Tuvalet eğitimi. Ne yapsak ne zaman başlasak hangi davranışla yaklaşsak diye çocuklar 1 yaşına gelir gelmez aklımıza gelen sorular. Ben de kısaca hikayemi anlatayım, yardımı dokunursa ne mutlu bana. Aslında benim kızım her konuda yavaş ve yaşıtlarının arkasından gelen bir çocuk. Geç emekledi, geç konuştu, geç yürüdü ama öte yandan bu duruma hep saygı duydum. Çünkü o hiç bir şeyi yapamayacağından değil zamanını kendisi seçtiği için bizlerin "geç" dediği zamanlarda gerçekleştirdi. Tuvalet eğitimini ilk kez geçen yaz denedim. Yani 2 yaşı geçtiğinde. Ama henüz konuşamıyordu ve kendini ifade edemeyen bir çocuğun tuvaleti öğrenmesi çok zordu. O yüzden onu ilk seferde çok zorlamadım. Ama en azından tuvaleti anlattım, ona bununla ilgili resimli hikayeler okudum, bizim nerede tuvalet ihtiyacımızı karşılağımızı gösterdim. Ona aldığımız lazımlık ile denemeler yaptırdım. Sonra araya kış girdi. Her ne kadar modern dünya tuvalet eğitiminde yazın kışın farketmediğini söyleyip dursa da ben aynı fikirde değildim. Altını sürekli ıslatacak bir çocuk için kış hastalıklara açık bir mevsim. Bu yüzden Deniz 3 yaşını buldu ve hatta geçti. Ama ikinci denemede hiç tahmin etmeyeceğim kadar kolay bir süreç yaşadık.  Fiziksel olarak bedeni çişini tutmaya çok hazır olduğundan işin sadece psikolojik boyutunu halletmemiz gerekiyordu. Ona babasıyla şirin bir tablo hazırladık. Seveceğini düşündüğü yapıştırmalar aldık. Duvara yapıştırdık ve Deniz'e çişini-kakasını tuvalete yaptığı her gün için 1 uğur böcekli yapıştırma sözü verdik. Bir ay tamamlandığında ona güzel bir hediye alacağımızı da söyledik tabi. Sonra ona güzel şirin kilotlar aldık. Onları çok sevdi. Hevesle giydi. Bu heves de işime yaradı tabi. İlk hafta kreşteki öğretmenlerinin de gayretiyle gündüz arada kaçırsa da tuvaleti kullanmayı öğrendi. İlk iki hafta geceleri bezini çıkarmadım ve dışarıda da bez kullandım. Fakat ikinci haftada sabahları kuru uyanmaya başlamıştı. Dışarda da bezi altında olmasına rağmen çişinin geldiğini haber veriyordu. 3. hafta ise altına kaçırmalar neredeyse bitmişti. Tabi ki en geç 2 saatte bir su alımına da dikkat ederek ona hatırlatıyordum. Çişim yok dediğinde zorlamadım. Ama kendisi 3. haftada tamamen haber verir olmuştu. Yine 3. haftanın sonunda geceleri bezi çıkardık. Dışarıda da mother care den aldığımı portatif lazımlığı kullanmaya başladık. Dışarıda da çişini ve kakasını söyleyip başarıyla yapınca bir hayli yol almış olduk. 4. hafta ise sadece pekiştirme haftası oldu bizim için. Şuan da geceleri bir kez uyandırıp çişini yaptırıyoruz ve kendisi söylemezse 2 saatte bir tuvaletini sormaya devam ediyoruz. Küçük kız 1 ayı tamamladı ve hediyesini haketti. Elbette kazalar olacaktır arada ama yine de tuvalet eğitimi sorunu bizim için ortadan kalktı. Darısı hepinizin başına. Hikayenin sonunda işin bir de duygusal tarafının olduğunu hatırlatmak isterim. Küçük kızınız veya oğlunuz bezi bıraktığında, onun bebeklik günlerinin artık geride kaldığını fark edeceksiniz. Ve sanırım sizin de benim gibi içiniz sızlayacak...

28 Mayıs 2015 Perşembe

Nereden Çıktın Sen

Bugün bir cümle okudum. "Eğer annem olmasaydın seni arkadaşım olarak seçerdim". Bu cümleyi okuyun ve bakın düşünceler sizi nerelere götürecek. Ben yine indim bir sahile; düşündükçe denizler açıldı önüme. İnsanlar hayatımıza belirli rollerle, belirli isimlerle giriyorlar. Bazıları sıfatları gereği biz seçmeden hayatımızda oluyorlar. Anne gibi baba gibi kardeş gibi. Rutin yaşamda mecburen görüştüklerimizi bir kenara bırakırsak, ya bizim seçtiklerimiz? Muazzam bir ahenkle çalışan insan bedeni gibi hayatımızdaki insanların da en sıradanından en özeline kadar hepsinin bir düzeni var. Birinin zamansız gelmesi veya gitmesi yaşam düzeninizde domino taşı etkisine sebep olabilir. Ve aslında hepimize olan da bu. Birileri geliyor birileri gidiyor. Kimisi giderken omuzlarımızdan yük alıyor kimisi giderken ruhumuzda yaralar açıyor. Birisi geliyor, yaşam dengenizde bir yer buluyor, birisi biraz dolaşıp gidiyor, kimisiyse elinden tutup ayağa kaldırıyor. Kimi sadece anılar bırakıyor, kimi tüm hatalarınızla tüm eksiklerinizle kucaklayıp kendini unuturcasına yanınızda oluyor. Yalnızlık artık sıradanlaşmış olsa da, artık herkes kendi kendisiyle olabilme derdinde olsa da yine de bağ kurmaya ihtiyacımız var. Kendi kanından olmayan çocuklara aile olabilenler, kan bağını amlamsızlaştıran dostlar, seni tanıyalı bir avuç gün olduğu halde yüzünüze düşen gölgeleri farkeden insanlar yok mu hayatımızda? "Nereden çıktın sen" dediğimiz kimse yok mu....Mutlaka vardır. İyi bakın onlara. İster hemen benimseyin ister zamana bırakın ama dikkatli bakın. Hayat bu şansı sıklıkla verecek kadar cömert değildir. Hayat bu fırsatları elinizden kolayca alabilecek kadar hoyrattır hatta. Pamuklara sarın, kimseler bilmesin görmesin kalbinizdekileri...

"Hayatı Sev"

Bedenimin ara ara "eskisi kadar genç değilsin" diye uyardığı günlerden biriydi. Bir kaç tahlil yaptırmak için mahallemizin sağlık ocağına gittim. Dışarısı buz. Hekimin gelmesini beklerken, ilk sıradaydım ve yanıma yaşlı bir teyze geldi. Yavaşça oturdu. Çok yaşlıydı ama aydın bir kadın olduğu duruşundan bile belliydi. Yavaşça benimle konuşmaya başladı. "Sen ne için geldin" diye başlayan soruları nedense beni hiç rahatsız etmedi. Karşılıklı tahlil sonuçlarımıza bakarken ufak ufak sohbet etmeye başladık. Çok düzgün bir Türkçesi vardı, sakin sakin konuşuyordu. Çalışmış, çocuklarını yetiştirmiş, hayatı yalamış yutmuş yani kısaca. Konuşmamız anneliğimden, çalışma hayatındaki zorluklara ve hatta memleket meselelerine kadar uzandı gitti. Umut doluydu. "biz neler gördün, bu günler de geçer" diyip duruyordu. Derken doktorla işimi bitirdim ve dışarı çıkmadan teyzeye veda etmek istedim. Yanına oturup eline uzandım, "hoşçakalın" dedim. Elimi ellerinin arasına aldı, gözlerime yaklaştı ve sessizce "Hayatı sev kızım" dedi. Donup kalmıştım. Nasıl yani? O kadar kısa sürede bana bunu söyleyecek kadar ne görmüştü veya ne sezmişti? Biraz keyifsizdim belki. İşe gitmek bana hiç keyif vermiyordu o günlerde. Belki bunun yansıması vardı yüzümde kim bilir. Belki sadece sıradan stresler belki içinde bulunduğumuz zamanın umutsuzluğundan mı bilmem,biraz hüzünlü duruyordum. Ama onunla konuşurken sürekli gülümsemiştim, dışarı yansıttığımın farkında değildim. Ama gözünden kaçmamış işte. Yaşam tecrübesi mi yoksa sadece kuvvetli sezgiler mi bilmiyorum. Ama hiç tanımadığım ve benden belki kırk yaş büyük bu kadının tek cümlesi bende soğuk duş etkisi yapmıştı. "Hayatı sev"..Peki teyze..Severim..

Sabahattin Ali

Sabahattin Ali...Kısacık ömrüne rağmen ürettikleriyle kalbimde kocaman bir yere sahip muazzam yazar.  Onu tanımlamak zor, zaten kim olduğunu anlatmak değil amacım. Bilen bilir, tanıyan tanır. Tanımayan,tek bir romanını bile okumayanlar içinse bana göre kayıp büyüktür. Ben onu "Kürk Mantolu Madonna" ile tanıdım. Yani zirveden başladım. Satır satır çok sevdim, farklı farklı baskılarını aldım, cümlelerini yazdım her yere, yine de doyamadım. Üstelik çok da şaşırdım ilk kez okuduğumda. Sabahattin Ali 1948'de hayatını 41 yaşında kaybetmiş ( daha doğrusu katledilmiştir ), Kürk Mantolu Madonna ise 1943'de yazdığı bir roman. Buna rağmen dili çok yalın ama anlatımı muhteşem. O yıllar için son derece modern bir kalemi varmış yazarın. Seçtiği kelimeler yaşadığı çağ için yeni ama bizler için okuma rahatlığı sağlıyor. Romanlarını okurken hiç bir zaman çok eski bir romanı okurmuş gibi hissetmiyorum. Sabahattin Ali edebiyat tarihimiz için özel ve niteliği bambaşka bir yazar. Kısa ömrüne sığdırdığı tüm romanları okumak kendi adıma armağan gibi. Ve tabi şiirlerini, özellikle de şarkıya dönüşenleri unutmamak gerekir. "Leylim Ley", "Eşkiya Dünyaya", "Aldırma Gönül" gibi içimize işlemiş şarkıların sözleri O'nundur. Okuduğum, anladığım kadarıyla ona en çok yazı yazdıran hissebildiklerinin sınırsızlığı, anlaşılamama hissi ve içindeki tükenmez yalnızlık duygusu. Kırılgan, hassas olduğu romanlarını okurken kelimelerinden dökülüyor sanki. Dört duvar arasında geçirmek zorunda kaldığı senelerin, toplumsal duyarlılığının ve zıtlıklarının büyük etkisi var üzerinde. Öyle güzel sevmiş, öyle derin yaralar almış ki; yazdıkları ödediği bedellere ödül gibi dökülmüş, taşmış içinden. O, seneler önce yazmış, biz şimdi okumaya doymuyoruz. Öykülerini yeni yeni okumaya başladım ama özellikle "Sırça Köşk" beni çok şaşırttı. Bin sene öncesiyle yaşadığımız bu günler ne kadar benzermiş meğer...Yaşadığı zamanın çok ötesindeymiş Sabahattin Ali. Bıkmadan onun bıraktığı tüm izleri satır satır okumalı, not almalı, sonra yeniden yeniden okumalı.Eminim ki herkes anlatmakta zorlandıklarını onun cümlelerinde bulacaktır. Sırf bu yüzden bile izlerini hep taze tutmalı insan...


27 Mayıs 2015 Çarşamba

Gün

Güne doğru adımlarla  başladı.
Bu sabah melodram dolu şarkıları seçmeyecekti, 
baharı yüksek tempoda bas bas bağıran bir şarkı buldu.
Sesi yükseltti. Adımları sıklaşmıştı. 
Günü doğru insanlarla doğru kokularla karşılamıştı. 
Sol cebine sabah busesini koydu. 
Sıcak yatağından kalkarken minik elleriyle sarılan evlat kokusunu sağ cebine..
Yola çıktı. Yine aklında hikayesini merak ettiği dünyalar vardı. 
Adımları kimseyi yormasın,daha yolun başından yaralamasın diye yavaşladı.
Ellerinde okul kitapları olan çocuğa selam verip mahallesini geride bıraktı.

26 Mayıs 2015 Salı

Deneme 7

Yine "acaba çocuk muyum" diye uyandım, aynaya baktım ki 30 lu yaşlarımdayım. Meğer yan odada karyolasında uyumaktaymış çocukluğum. Rüyadan uyanıp İstanbul'un en eski semtlerinden birinden geçerken buldum kendimi. Öyle ki o mahallenin çocuk parklarında oynamışlığım var. Aynı mahallenin kulağımda bıraktığı melodi neler anımsatıyor bana neler. Ey hayat,elini uzatsan dokunacak mesafedeki insanlara hasret bırakıyorsun alacağın olsun. Biliyorum hayat sen insanı kabullendiği duygularla ödüllendirirsin. Kendi kalbine savaş açan baştan kaybetmiştir. O kayıp, duygular olur eninde sonunda. Oysa cümle içinde kullanamadığımız sevgilerimiz vardır bizim, kimsenin bilmediği. Sorsalar gülümser geçeriz, sormasalar gizleniriz. Bazen de sadece dağınık kalması gerekenler öylece bırakılmalıdır, olamaz mı? Bilirsin bazı insanlar parmak uçlarıyla yaşar. Dokunmadan hissedemezler. Tedirgin tedirgin uzanır parmakları bir başkasına. Duyduğu en güzel cümleler kulaklarına çarpar ama inanmaz. Birinin ancak kaleminden çıkarabildiğini bir başkası kolayca söyleyiverir. Ama yetmez. Sessiz sedasız çığlık attıp sesini duyaramadıklarınla konuşmak hayal olur ancak. Böyle günlerde içmek güzel bir fikir olur belirir. Zihinleri güzelleştirir, kelimelerin sırası, şekli bozulur, ağlamak basitleşir. İç ki rahatla, ağla, ferahla. Üstü başı çamur içinde kalmış bir umudu tarihe gömerken rituelin olsun içmek. Ey koca dünyaca şairin dediği gibi.......

"hey koca dünya nasıl da avucumuzdasın,
nasıl da parlıyorsun ay gözleri maden
çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin..."

Turgut Uyar

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Kafka'dan

Yorgunum, 
hiç bir şey bilmiyorum;
tek istediğim 
yüzümü kucağına koymak,
başımın üzerinde dolaşan 
ellerini hissetmek
ve sonsuza dek öyle kalmak"

Franz Kafka / Milena'ya Mektuplar

Mendirek

bir mendirekte, suyun ortasında,
güneş kızıl, battı batacak
el ayak çekildi, tüm sesler sustu
gözlerim sudan ayrılamıyor
bir adamla bir kadının sesleri kulaklarımda
duyduğum sesler ikisinin
gözlerim gözleri, sözleri iki dudağım arasında
böylece kalsak böylece ölsek ne ki..
hayat bu kadar basit olsa ne ki.

24 Mayıs 2015 Pazar

Günaydınım

Günaydınım, sevgilim;
Bak gördün mü 20 yaşında kurduğumuz hayalin içindeyiz. Bu sabah minik bir kafa "annee babaa" kalkın artık diye odamıza geldi. Artık bize kafa tutuyor. Adı gibi bir çocuk oldu. Bize verdikleri derya deniz...
Senin varlığın ömrümün yarısına eşit. 7 senelik evlilik nedir ki biz seninle beraber büyümüşüz bak. Ayrılıklar, hesaplar kitaplar, yol ayrımları, aynı evde görüşmediğimiz günler yaşamışız. Bazen hastane odaları bazen en sevdiğimiz kasabalardaki küçük pansiyon odalarını paylaşmışız. Bilmediğimiz ülkelerde haritalara bakmış, paramız kalmayınca şarapla simit yemişiz. Paramız olunca tüm rakı balıklar bizim olmuş. Benim ellerim hala aynı sıcak, senin ellerin hala aynı tedirgin. Ve hala el ele gezmenin tadını duyuyorum. Hala eve gelirken seninle olacağım için seviniyorum. İçimdeki,dışımdaki tüm fırtınalar tüm sıkıntılar sadece senin limanında diniyor. Sevgilim seninle hayatımız hep sürsün  isterim. Ne eksik ne fazlaya ihtiyaç duymam. Sen,kızım ve hissettiklerimiz yeter. Nice seneler günaydınım.

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Herneyse

Yaş aldığını,olgunlaştığını zannediyorsun bu aralar.
Ne de olsa mevsimler hızlandı, 
radyoda çalan şarkılar artık sana göre değil,
yeni nesilleri anlamaktan çok şaşırır oldun.
Ne yapsam diye düşünürken geçiyor avuç içi kadar boş zamanın..
Halbuki kimsenin derdi seninle değil çünkü
hayat dediğin herkesle eşit derecede alay ediyor.
Basit bir trafik kazasıyla, duyduğun amansız hastalık haberiyle,
eski bir dostun "hep yanındayım" yazdığı eski bir mektupla,
kalbine almak istediğin ama inanmaktan kortuğun bir cümleyle
kendince sana göz kırpıyor.
Sense değiştirmek istediğin ruhunu alıp
yüzünden ayrıştırmaya uğraşıp durursun ha gayret.
Kimse bilmesin istersin derdini tasanı, 
duymasınlar aklından geçenleri diye 
yüzünü döndüğün an gülümsersin.
Ne vakit yalnız kalmak istesen
hep aynı semtin aynı sokaklarında yürürsün.
Sokaklar hep aynı sana göre, bir tek kaldırım taşları değişir.
Herkesten çok bilirsin evlerin kapılarını.
Dokunup kaç sevdaya tanık olduklarını,
kaç insanın hangi duygularla
geçip gittiğini anlamaya çalışırsın.
Yan yana oturup birbirini sevmeyen insanları seyredersin.
Otobüs duraklarının yeri değişti diye hüzünlenirsin şapşal şapşal,
anılarına kimse dokunmasın diye kendini provoke edersin.
Bitmeyen hayalperest isteklerin vardır senin;
evler yıkılmasın, ufak tefek dükkanlar hiç kapanmasın,
yaşlılar ağlamasın, 
dilenen çocuklar numaradan bile olsa çıplak ayakla gezmesin,
doyasıya sarılmak istediğin kimse garipsemesin seni,
sevgileri sıralamasınlar- sınıflandırmasınlar - isimler koymasınlar,
uçsuz bucaksız sevebilmen utandırmasın seni artık..
duygularını korkmadan anlattıkların biraz olsun inansınlar...
Dedim ya bitmez senin isteklerin, belki şımarıklığından.
İyisi mi her şeyi boş ver,
bırak tüm bu yazdıklarımı bir kenara.
Yeni bir sayfa al önüne; hatalarını, ders alamadıklarını yaz.
Her günün başlangıcında önce suyunu iç sonra bu sayfayı oku.
Çocuklaşma artık, insan dediğin nedir ki?
İçini dışına taşırma artık ne olursun;
kelimeleri özenle şeç, anlatma fazlasını
bırak birazı da sana kalsın.
Merakını, sevincini, hüznünü içinde tut.
Kendini bu yazıda bırak
başka dünyaların hikayelerini yaz..
Ne dersin?

22 Mayıs 2015 Cuma

Bir Mayıs Sabahı'ndan

Yine bir sabah kulağımda Yeditepe İstanbul'un insana hem hüznü hem umudu hissettirdiği melodisi yoldayım. Aklımı vermem gereken manalı şeyler var yaşamımda. Mesela ilk kez bir işe kendimi ait hissediyorum. İlk defa doğru yerde olduğumu bilerek telaşlanıyorum. Yolum uzun ama üşenmiyorum hiç.
Öte yandan güzelliği düşünüyorum. Sevgilimin karşılıksız gülüşündeki, kızımın "annecim" demesindeki güzelliği... Bugün anama babama kavuşacağımı düşünüyorum.Annemin kokusuna hala muhtaç oluşuma şaşırmıyorum artık.
Beni sosyal medyaya iten sebepleri yitirmeye başladığımı hissediyorum. Meğer paylaşmak hala bir kenarda gerçek insanlarla mümkünmüş. Kanlı canlı "buradayım" diyen insanlar varmış. Buna hayret ediyorum. Sonra geçmişe takılıyor aklım. İnsanların nasıl kolayca gidebildiklerini nasıl kolayca yüz çevirebildiklerini hatırlıyorum. İçimdeki ses "yavaş,soluklan" diyor. Dinlemek istemiyorum. Suya kim dur diyebilmiş ki.
Sonra sokaktaki sesler içimden gelenleri bastırıyor. Kornalar, kötü kötü adamların mikrofondan gelen sesleri, trafiğin insana sahil kasabaları düşleten karmaşası....derken...
Soruyorum kendime "peki sen bu hayatın neresindesin,dünyanın neresinde?"
"Ayrıntılardayım" diyorum, "satır aralarında, bir çift gözün renklerinde, bir avuç insandayım" diyorum.
İyi ki varsın Derya Köroğlu. İyi ki besteledin bu şarkıyı. Bana hala yazdırıyorsun.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Aklım Almaz

Aklım bazı şeyleri almaz benim.
Bazen karmaşık bazen basit şeyleri.
Uçağın uçuşuna akıl sır erdiremem mesela.
İlk yoğurdu kim nasıl mayaladı diye düşünür dururum.
Bir zaman çok sevdiğin insana 
sokaktan geçen bir yabancı gibi nasıl bakılabilir,bunu da anlamam.
Hayvanlar nasıl sevilmez?
Çiçekler neden solar?
Ağlayan bir çocuğa kalp nasıl dayanır?
Tutulamayacak sözler neden kolayca verilir?
Çocuklar neden acı çeker?
İyilik yapmaktan ne diye kaçınır insanlar?
Anlayamam işte..
Liste uzar gider..
Aklım ah benim kalbime zarar aklım..
Durma düşün sen yaşadıkça
Cevap buldukça başka soru bulursun nasılsa.

19 Mayıs 2015 Salı

Çocuksun Sen / Ahmet Telli

Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen 
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu 
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen 
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim 
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor 
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte 
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum 
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun 
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar 
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa 
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların 
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar 
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa 
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan 
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit 
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık 
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık 
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin 
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen  

Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun 
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada 
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. 
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil 
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı  
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle 
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar 
Dursam ölürüm paramparça olur dünya 
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm 
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir 
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna 
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için 
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak 
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu 
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) 
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor 
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri 
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda 
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum 
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım 
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte 
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan 
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer 
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle 
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum 
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken 
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde 
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su 
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç 
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı 
(Soluğunun elma kokması bundandı belki) 
Bir elma kokusuna tutundum düşerken 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı 
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle 
Çocuksun sen, çocuğumsun 
Ahmet Telli

17 Mayıs 2015 Pazar

Mutlu Bir Gün

Bu, sıradan bir günlük yazısıdır. Sadece kendim için yazdığım ve güzel bir günü anlatan. Bugün benim 33. yaşımın sona erdiği, 34 yaşıma adım attığım gün. Şairin meşhur şiirindeki 35 yaşa bir adım kala, doğum günü kutlamaktan giderek uzaklaştığım, artık kızımın doğum gününü kendi yeni doğum günüm saydığım bu günlerde, çok keyifli bir gün geçirdim. Öyle ki burada bu günü anlatan bir yazı olsun bile istedim. Neşe dolu, mutluluk dolu bir gündü. Sabah ilk hediye Özkan'ın Deniz'i ikna edip benim uzun uzun uyumamı sağlamasıyla başladı. Tazelenmiş uyandım. Sonra Deniz...Kızım bu sene bana elleriyle hediye verip, beni öperek uyandırdı ve "iyi ki doğdun" şarkısı söyledi. Ancak bu kadar anlamlı bir başlangıç olur. Onun böyle bilinçlenmesi en büyük hediyeydi sanırım. Sonra sabahı şehrin en sevdiğim kıyılarından birinde Çengelköy'de geçirdik çekirdek ailecek. Deniz'in içime sevinç doldurduğu, Özi'nin ellerimi bırakmadığı bir sabahtı yine. Sonra akşam üzeri evden ailecek diye gittiğimiz Caddebostan'da en yakınlarımı buldum. Beraber büyüdüğümüz, ne olursa olsun hiç ayrılmadığımı ve doğum günümü kutlamaya alıştığım sevdiklerim. Öyle ki, onlarla "amaan bu yaşta doğum günü için insanlar toplanır mı yaa" endişesini hiç yaşamıyorum. Çünkü zaten hep onlar vardı. Bu rahatlığı bana hissettiren herkes yanımdaydı hemen hemen. Elbet gelemeyen bir kaç can dost ve canım ailem dışında.
Ama onların varlığı sesleriyle kulaklarımdaydı. Modern çağın iyi mi kötü mü bir türlü bilemediğimiz "facebook" u sayesinde gelen kutlama mesajları, her zaman arayacağına emin olduklarım ve beni şaşırtan, gülümseten, doğum günümü bilmediğini zannederken arayanlar elbette beni çok iyi hissettirdi. Annemle babamın sıcacık sesleri, akrabadan öte canlarım ve biricik yeğenimin gurbetten gönderdiği video, elleriyle yaptığı resim, abimin cümleleri.. İnsan yine de mutlu oluyor işte. Çünkü gerçeği yalanı ayırt edebilecek kadar büyüdük. Te çocukluğundan beri aramaktan hiç vazgeçmeyen insanlar,umuttan başka ne verebilir ki insana. Zorlaşan hayatı güzelleştirmekten başka ne yapabilirler?
Hayat hızla ve tüm telaşıyla koşarak ilerlerken, geçirdiğim senelere dönüp bakıyorum ve sesini duymak istediklerim, sıkıca sarılmak istediklerim hala benimleler. Evet bazen hatalar, eksikler, fazlalar oluyor yaşamına eklenen. Ama önemli olan yanına kar kalanlar. Gülümsemeni sağlayanlar ve bakmaya doyamadığım fotoğraflar. Bazen bir kucak dolusu papatya, bazen içten bir kucaklaşma, bileğe takılan bir bileklik, koleksiyonuna eklenen bir defter veya güzel günleri seyrettiren bir çerçeve. Ya da annenin babanın yakınlığı, çocuk kalemle çizilmiş bir resim, yazmayı hiç beceremediğini zanneden abinin en harika kelimeleri, kardeşinin Ankara'dan kucaklayan sesi...ne bilim teyzenin, dayının gerçek yakınlıkları, seneler sonra binlerce km uzaktan gelen mesajlar, hayatına yeni yeni giren ve özel olduğuna şimdiden emin olduğun insanların sıcacık dilekleri...Tüm bunlar için değmez mi doğum gününü sevmeye? Yaş almaya boşvermeye? Değer elbet. İyi ki varsınız...
Hepiniz :) İçten teşekkür ve minnetlerimle..En çok da bütün günümü rüya gibi geçirmemi sağlayan sevgilime.




15 Mayıs 2015 Cuma

Göründüğün Gibi mi Olduğun Gibi mi?

Şeklin şemalin, halin tavrın ruhunu yansıtıyor mu? Uyumsuz olan hangisi? Görüntün mü ruhuna aykırı, ruhun mu görüntüne ayak diriyor? Bilmediğinden bu karmaşa değil mi? Yorgunluğun hep bundan. O yüzden kalabalıktaki kendini, yalnızken tanıyamaz oluyorsun. 
Çoğu zaman fazla konuşuyor belki fazla gülümsüyorsun. Aslında hiç alakan yok. Uçlarda düşünüp uçlarda hissettiğini söylesen ne derler sana? Uyumlu görüntünün altında kalıplarına sığmayan kim? En iyisi "sana ne bana ne" de geç, her şeye ve herkese boş ver. 
Yapamaz mısın? 

14 Mayıs 2015 Perşembe

Kan Bağına İnat

             "Gerçek dostlar Tanrının bize vermeyi unuttuğu kardeşlerimizdir"....

Çocukken sonuna kadar inandığın veya inandırıldığın "kan bağı" ne menem bir şey? Zaman geçtikçe tüm yaşanmışlıklar hep aynı şeye işaret ediyor. "kan bağı" sadece kağıt üzerinde yürüyen bir evlilik gibidir mesela. Daha kötüsü şirket evlilikleri gibi. Çoğu zaman zorunlulukla yürüyen ilişkilerdir sadece. İstisnalar yok mudur? Vardır ama her zaman olduğu gibi kaideleri bozmaz. Yeterince insan tanıdıysanız daha doğrusu yeterince insan hikayesi dinlediyseniz bilirsiniz ki hemen hemen herkesin hayatında vardır yalandan süren kan bağı ilişkileri. Oysa ne önemsiz. Yedi yat yabancı canından yakın olur, hiç ummadığın kadar ailen olur, ailenden yakın olur veya o meşhur "kan bağı"yla bağlı olduğunuz bir şehir dolusu insandan daha çok yanınızda olurlar. O yüzden yaş aldıkça önemsizleşir gider. Bağ kurmak çok güzeldir. En çok da hayatın size süpriz bir hediye paketi gibi sunduğu bağlar. Tamamen yabancı tamamen uzak bir başka insanla bağ kurmaksa kendinize verdiğiniz hediyedir. Zorlama bağları bırakın çözülüp gitsinler. Hayat size kan bağına ihtiyaç duymadığınız sevgiler versin. 

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Tarih

Dönüp dolaşıp aynı insanlara rastladın hayat boyu. Büyüdün, törpülendin ama o kadar. Hiç vazgeçmedin.Hepsini farklı zannettin ama biliyorsun her biri başka suretlerde aynı insan. Aynı sözcüklerle çınlatıp durdular kulaklarını. Aynı şekilde gülümsediler, aynı şekilde gülümsettiler seni. İlk önce fark etmezdin aynı şapşallığınla ama eninde sonunda işaretleri yerden teker teker toplar ve özenle yerlerine yerleştirirken kabullenirdin. Evet yine aynı insan. Gitmiş yüzünü gözünü, yaşını, boyunu posunu değiştirip gelmiş. Seni en çok ürküten uçurumların kenarından köşesinden dolaşa dolaşa aynı arızaları üstlenmiş, aynı anlamışlıkla ve yine aynı alaycı boşvermişlikle çıkmış gelmiş. Sonra da geçmiş karşına seni bin yıl önce tanımışcasına, her şeyi bilir gibi anlatıyor. Umursamaz, rahat ve kendiliğinden. Ama aslında "sensin" hep karşında gördüğün. Kendi yansımandan hep aynı hikayeyi yaşadığını zannediyorsun. İstediğin kadar ayak dire dur. Yine sen aynı yerde duracaksın aynı rolü oynacaksın bu hikayede. Uzat ayaklarını başını koltuğa yasla ve bir filmi seyreder gibi yine aynı insan olmanı hayret ve hasretle seyret. Bak bakalım ne kadar değişebildin, ne kadar aynısın? 

8 Mayıs 2015 Cuma

Öyle Günler Gördüm Ki-Sabahattin Ali

Öyle günler gördüm ki, aydın gökler kararıp
Bahtım bir bulut gibi üstüme çöker oldu,
Her gözümü yumunca tanıdık yüzler görüp,
Hayaller alev alev beynimi yakar oldu.
Ümitsizlik, gariplik dört tarafımı sarıp
Yüzüm sırıtsa bile, içim yaş döker oldu.

Her sabah ilk ışıklar gözlerimi oyardı,
Uyanan taş duvarlar iniltimi duyardı.

Öyle günler gördüm ki, duvarlar gelir dile,
Gözümde canlanırdı eşkiya masalları.
Varlığımı sarardı, hain bir isteyişle
Görmediğim yumuşak bir düşmanın elleri
Kafada çelik gibi fikirler dursa bile
Kalplerin eksik olmaz böyle zayıf halleri:

Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum,
Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum.

Öyle günler gördüm ki, dost dediğim insanlar
Ben yanına varınca dudağını kıvırdı.
Bir zamanlar yanımda ağız açmayanlar
Sırtımı sıvazladı, bana öğüt savurdu.
Silahsız gördüğüne saldıran kahramanlar
En alçak tekmelerle beni yere devirdi.

Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı.
Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.

Öyle günler gördüm ki, tabanca sakağımda
Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı
Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda
Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı
Tabancanın namlusu ısındı yanağımda,
Parmağım istemedi tetiğini çekmeyi

Bir sonbahar yağmuru gibi içim ağlardı
Bir şeyler fakat beni yaşamağa bağlardı.

Ey bir tane sevgilim, ben bugün yaşıyorsam
Sanma ki hayat tatlı, insanlar hoş olmuştur,
Dağ başında bir kaya gibiyim şöyle dursam
Etrafım eskisinden daha bomboş olmuştur
Yalnız sana borçluyum bugün dünyada varsam:
Seni her andığımda gözlerim yaş olmuştur

Yaşlar ki bir ırmaktır, dertleri sürür gider,
Gözyaşları içinde seneler yürür gider.

Yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman,
Bana: Yaşa der gibi gülen senin yüzündü.
Dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman
Bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı.
Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman
Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi.

Sen aklıma gelince her şey gülümserdi.
Ağaçlar şarkı söyler, rüzgar tatlı eserdi.

Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:
Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.

Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,
Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.

Sabahattin ALİ         

30 Nisan 2015 Perşembe

Denemeye Devam

Konuşacak çok şey var...hayat bitmeyen bir umut aslında. Kimi zaman umut etmeyi kendine işkence etmek diye tanımlayabilirsin ama aslında umut her zaman ayakta tutan tek şey. Hayatım bitmeyen tekrarlar toplamı gibi. Kişisel tarihim hep tekerrür ediyor. Ve "insan sevmeyi" bırak yeni bir insanı tanımaktan bile bir kaç asır uzaktayken yine benimle alay ediyor. Beni kendimle yarıştırmayı hep sevdi alın yazım. Benimle alay etmeyi de sevdi. Evet durmadan değişiyoruz aslında ama asla değişmeyen temel taşlarımız ağardıkça güzelleşiyor sanki. Artık daha mı sağlam basıyor ayaklarım? Yürümeyi daha çok ihtiyaç edinir oldum. Yürümek hep güzeldi. Tesadüfler ve benzerlikler de . Şefkati ve sevgiyi uzaktan tanırım. O kadar olgunlaştım belki de. O ürkek hallerim geride kaldı. Çünkü kendimi tüm eksikliklerimle tüm arazlarımla kabullendim. Daha mutluyum sırf bu yüzden. Belki de daha umut dolu şeylerden söz etmeli. 33. yaşımda beni en çok üşüten kış sona erdi. Baharla beraber daha güzel cümleler kurasım var. Daha çok yazasım var. İnsanların okurken ne düşünecekleri endişelerini bir kenara bıraktım. Hiç tanımadığım insanlar ne kadar okursa kafi. Bu güzel bir his. Evet belki çok yumuşak bıraķıyorum karnımı. Belki çok açık ediyorum ama hala anlayan birileri çıkabiliyor. Anladıklarını hissettiren. Hayat güzel şey. Görüyorum ki hala azla yetinmeyi sevmeyen ve vazgeçmeyen insanlar var. Görüyorum ki kıyıda köşede hala birileri var konuşmaya değecek. Demek ki devam etmeli. Saklandıkları yerden çıkarmalı en güzel en umut dolu kelimeleri. İşitebilenlerle konuşmalı sadece. İyi insanlar hala etrafta. Yalnız,iyi,umutlu...


29 Nisan 2015 Çarşamba

Yavaş

Yavaş yavaş konuş benimle, kelimelerini sindirmeliyim. Seçtiğin sözcükleri dikkatle seç. Senin alelacele sarf ettiğin cümleler dikkat et de büyük anlam taşımasın. Kısa cümleler kur, basit kelimelerin dışına çıkma sakın. Dikkatli bak bana, kimselere benzemem ben. Bakarken bile kırabilirsin beni. Bin parçaya bölünmüş ve toplanmışımdır belki ama zarar görmemiş değilim. Hala anlamadığım o kadar çok şey var ki. Anlamaya çalışmayı çoktan bıraktım. Mantığından caydım her şeyin. Sadece hislerle düşünüyorum artık. Sıradan ol, herkes gibi ol. Ben insanlara inanmıyorum artık. Yeterince büyüdüm galiba. Hayat basitliklerle güzel. İçinden geleni yapmama izin versinler istiyorum sadece. Büyük anlamlar yaratmayı istemem. Fark ettiysen de kimseye söyleme sakın. Dışarıdan anlamasınlar;ayak tırnaklarımdan saç diplerime kadar duygulardan oluştuğumu.

28 Nisan 2015 Salı

Mavi


"Bir renk değildir mavi 
huydur bende,
benim yetinmezliğimdir" 
( Edip Cansever )

Hangi rengin hangi cinsiyet tarafından sevilmesi gerektiği dünyanın tuhaf çoğunluğu tarafından kalıplara alınmıştır. Bana kalsa "Mavi" erkek rengidir diyenin alnını karışlarım. Çünkü adım gibi bilirim ki mavi benim rengimdir. Annem "kızı olacak umuduyla" pembeleri hazırlamıştır ama seçme yeteneğimi kazanır kazanmaz hep maviye gitmiştir aklım ve ellerim. Mavi olan güzeldir, huzur verir. Misal gözde olursa hiç utanmam bakarım dibine dibine, kime ne? Dünyanın tüm denizleri evimdir eğer maviyse, yine bakarım uzun uzun, her tonuna ayrı sevdalanarak; "göğe bakalım" diyen olursa "maviyse tamam" derim,düşünmem. Peki ya mavi bir insana rast gelirsem? Eyvallah etmem önyargılarıma, hemen içim ısınır. Hiç ders almam yanılgılarımdan, hayalkırıklıklarımdan. Çünkü maviliklere kavuşan sokaklarda gezinmek gibidir masmavi insanlar keşfetmek. Şairin dediği gibi huydur, değişmez sadece alışılır. Öğrenilmez; ana dilin gibi aklındadır,dilinin ucuna gelir.  Boşveririm yani, mavi kalsın mavi gördüklerim ve ben mavileri sevmeye devam edeyim. Huyum kurusun..

23 Nisan 2015 Perşembe

Deniz'in Etkisi

Yorgun argın eve varırsın,aklında bir sürü düşünce. Yetişemediklerin, eksikler, planlar, işler güçler, yeni alışkanlıklar.Gece yattığında bile rahat bırakmayan tilkiler döner durur aklında. Bir yanın kitap okumak,film izlemek, spor yapmak, uzun zamandır yapmadığın ev işlerini toparlamak isterken bedenin umursamaz seni. Herkes senden önce yattıysa ve yalnız kaldıysan bile öylece boş duvara bakmak istersin sadece. Sessizliğe kulak vermek istersin ama yine hep düşüncelerinin sesi baskın çıkar. Hayatın ortasında yorgunsun sadece. Mühim bir şey değil. Herkes kadar yorgunsun. Ve o yorgunluk elleri minicik,gözleri merakla bakan, sen gülümsersen mutlaka dolu dolu gülümseyen küçük bir insanla sona erer. Küçük kız endişe dolu bir günü,hissedermiş gibi sayısız öpücük ve kucaklaşmayla muazzam bir gün haline getirir. Onun o küçük elleri artık herkesten daha şevkatlidir. Çocuk gözleri daha önce hayatın sırrını çözmüşcesine güven dolu bakar sana. Bazen sadece sarılmanı bazen kokunu ama çoğunlukla senin ilgini ister. Bu istek dünyanın bütün isteklerinden daha inatçı daha saftır. O yüzden uykuya yenilmez onun kokusuna yenilir koynunda uyumasını beklersin. Düşüncelerinin hepsi un ufak olur, bekletirsin her bir şeyi. Yorgunluk mu? Kimin umrunda...

20 Nisan 2015 Pazartesi

Bugün

Deniz bugün yine yaramaz çocuk suretiyle
koyu yeşil ve bol köpüklü.
Aralanmış gri bulutlar eşliğinde "böyle de mükemmelim" edası üzerinde.
Baharın inatla gelmek istemediği tuhaf günler ruhumu da daraltıyor.
Bekledikçe uzaklışıyor güneşli günler. Bekledikçe gelmez ya hiç bir güzel haber.
Öyle telaşlı bir endişe içimde. Neşeli ve anlamsız sarkılar dinlemek varken
yine ağır yükler getiren şarkılara gidiyor kulaklarım. Değişemiyorum.
Şehrin en eski ve en eşsiz semtlerinden geçerken kendimi fazlasıyla ait hissediyorum.
İstanbul da yaramaz aslında. En az deniz kadar yaramaz ve inanılmaz.
Bıkmadan, açıklayamadan sevilen insanlar kadar yerli yerinde İstanbul.
Hep aynı.

31 Mart 2015 Salı

Güçlü'm Benim, Gücüm


İlk arkadaşım,çocukluğum,canım kuzenim ama aslında kuzenden öte dost,sırdaş ve en önemlisi kardeştir benim için "O". Adı "Güçlü" dür. Adı bile güven verir insana. Utanmasak aynı gün doğacakmışız. Ama o benden önce davranmış. Bense onu bu zalim dünyada yalnız bırakmaya dayanamamış, hemen ardından gelmişim. Gözümü açtım o vardı,hala da var. Hep benimle olacak biliyorum. Hayat bize hiç aynı şehirde yaşama fırsatı vermedi. Ama bu biz bunu her zaman avantaj bildik. Çocukluk anılarımın en güzel fotoğraflarını kapladı sarı kafasıyla. Bense onu ürkütürcesine sevdim. Peşinden ayrılmadım,takip ettim sürekli :))


Sonra seneler geçti, biz büyüdük. Büyürken de aramızda kilometreler vardı ama hiç ayrılmadık aslında. Düşüncelerimizde, duygularımızda yan yanaydık çünkü. Şimdi bakıyorum da; koca koca insanlar olmuşuz. Evlenmişiz, onun Güneş'i benim Deniz'im doğmuş. Ama içimiz hala çocuk. Hala birbirimizin yanında o koşuşturan çocuklarız aslında. Hala onun yanında güvende, huzurlu ve çok mutlu hissediyorum. Biliyorum ki "imdat" desem koşarak yanıma gelir. Biliyorum ki beni hiç yalnız bırakmaz. Biliyorum ki yaşlı tontonlar olana kadar hiç ayrılmayacağız. O güzel adam sonsuza dek benim kardeşim olacak. İyi ki doğmuş, iyi ki beraber büyümüşüz, ne şanslıyım. İyi ki varsın güzel kardeşim..


Ninni


Yum usulca gözlerini
Uzat üşümüş ellerini
Sakla o masum yüreğini
Zaman gibi sessiz uyu
bu dünya dipsiz bir kuyu

Pamuktan kalbin solmadan
Hayat yüzüne vurmadan
Uyu yavrum uyu
bu dünya dipsiz bir kuyu
Uyu melek yüzlüm uyu
bu dünya dipsiz bir kuyu

Toygar Işıklı

8 Mart 2015 Pazar

Kuzu'm

Ezberlediğim yüzüne bıkmadan bakıyorum ya bazen, sen hiç garipsemiyorsun. Alıştın belki de. Hiç kimsede görmediğim gamzelerine, bayram şekeri gülümseyişine bakmaya doyamıyorum. Seyretmek istiyorum seni. Uzun uzun güzel bir manzaraya bakar gibi dalıp gitmek istiyorum yüzündeki ayrıntılara. Düşünceliysen kaşların hafifçe çatılıyor mesela. Endişe sınırlarını aştıysan daha da çok. Meraklıysan git gide çocuklaşıyor yüzün,uyurkense bebek gibi küçüldükçe küçülüyor. Hele ki kırgınsan,üzgünsen bin öykü yazılır yüzüne..Bunun gibi bir sürü ayrıntı aklımda. Hafızama kazımak istiyorum sana bakarken. Birini hiç durmadan özlemek aynı anda nasıl bir mucize ve nasıl bir çaresizlik olabiliyor peki? Seninle öğrendim bunu da, diğer yüzlerce şey gibi...Seni sayfalarca yazarım ben. Durdurma olur mu.

Eksik Mi Var?

Hep bir eksik var hayatında,
Düzeltemediğin, iyileştiremediğin.
Bir yeri toplarken bir bakıyorsun diğer taraf dağılmış
Orayı düzeltirken arkanı döndüğün raydan çıkmış
Ne yapacaksın peki?
Görmüyor musun,
O eksik var oldukça yaşayacaksın.
Hayat seni böyle oyalamalı,
Yoksa sen çıkarsın oyundan.
Bırak o eksik bir yerlerde kalsın.
Oyundan vazgeçme.


6 Mart 2015 Cuma

Deneme 6

Eskiyi kurcalamayı hep sevdin sen. O yüzden mi sakladın küçük kağıtları,sayfalarca defteri, anlamsız cisimleri? Şimdi o şekilsiz, renksiz cisimleri eline her aldığında bin parçaya bölünüyor ruhun. Parçaları tek tek topluyorsun hatırladığın melodiler eşliğinde. Sorgulamıyorsun hiç kendini. "Madem saklamışım, vardır elbet bir sebebi diyorsun", biliyorum. Bir şarkı dinlemeye başlıyorsun can hıraş hatırlamak için. Bu senin hayat hikayen, "saklamak ve hatırlamak". Nasıl inkar edebilirsin ki kendini. Hem sen değil miydin hep inkar ettiklerini eninde sonunda için kan ağlayarak kabullenen. Sevgisi bitmez sandıklarının sert yumruklarını sol tarafına yemek kolay değildi. O yumrukları karşıladın da ne oldu? Ödüller vermedin ki hiç kendine. Alkışlamadın da. Haketmiştin, kabul et. Sendin aslında "O". En çok yenildiğini zannettiğin o anlarda, yenen taraftın. Ne zaman kendine dışarıdan bakmayı hayal etsen hep en ürkek sen görüneceksin sandın. Tam tersiydi oysa. Sen hep en güçlüydün. Sevmenin ne olduğunu çocuk ellerinle öğrendin sen. Çocuk ellerinle dokundun. Çocuk kalbin koca koca insanların sığdıramayacağı kadarını doldurdu içine. Sıkış tışıklığına aldırmadan üstelik. İçeri sığdırdıkların nefes alamadıkları için mi kaçtılar sence? Bunu hiç düşündün mü? Düşünmedin elbet. Bıkmadan ve aslında ne olduğunu bilmeden sevdin sen. Bilmedin ağladın, bilmedin güldün. Bilmeyerek büyüdün. Veya sadece büyüdüğünü zannettin. Şimdi anlıyorsun değil mi aslında hep en cesur sendin. Kötü cümleleri yanına yakıştıramadığın o insanlar bile senin kadar güçlü olmadı hiç. Her biri bir şekilde gitmeyi seçti çünkü. Kimisi susarak gitti, kimi yanında durarak, kimisi büyük roller oynadı seni yeterince üzmek için. "Yeterince güçlü kırarsam, o da kurtulur, unutur" diye ne arsız yanılgılara düştüler hakkında. Sen arkalarından bakarken biliyordun gittikleri yolları, geçecekleri her sokağı. O sokakları izledin bıkmadan. Otobüs durakları bile ağladı senin için, onlar ağlamadı. Sakladığın o kutuları açmana gerek yok aslında. Ne seslere ne parmak uçlarına ne de cümlelere ihtiyacın var senin. Hepsi damarlarında dönüp dolaşıyorlar ruhunu, en az kılcal damarların kadar. Koşarak, koşarak. O kara kaplı defteri açma hiç. Okuma boşuna. Nasılsa sen hep aynı yerindesin koca şehrin. Etrafındaki tüm ağaçlar kesilse, tüm mahalleler yeniden inşa edilse bile sen o noktayı terk etmeyeceksin. Kim ne derse, kim ne kadar didinirse didinsin sen yine aynı gülümseyişleri seyredeceksin, aynı gözlere bakacak, aynı dokunacak, aynı yazacaksın. Bırak yıksınlar şehrini. Tek bir tanıdık sokak kalmasın varsın. Kıyıları yok edemeyecekler nasılsa. Sen soluk soluğa kıyılarına koşacak, dinlenip dinlenip yine devam edeceksin. Bırak anlamayıversinler. Bırak nasıl biliyorlarsa öyle düşünsünler. Sen hep aynı kal.Öyle güzelsin ki böyle. 

1 Mart 2015 Pazar

Kader Mi?

Kader denilen şeyi en basit yol ayrımlarında attığımız küçücük adımlar belirler aslında. Hiç ummadığımız o küçük adım bambaşka dünyalar açar önümüze. Mesela aynı amaca hizmet eden ve yan yana duran iki binadan birine adım atarız. Ve o binada belki bir ömür yakamızı bırakmayacak bir sevgi çıkar karşımıza. Peki ya tercih etmediğimiz bina? Oradaki seçenekler sonsuz bir sır olarak uzaya fırlar gider. Çocuk yaşta girdiğiniz sınav, seçtiğiniz dersler kim bilir hangi duygu ve fikirle adım attınız okullar; bütün bir hayat boyu mutlu veya mutsuz çalışmanıza, çok veya az para kazanmanıza yol açabilir. Ve aslında her bir adım sadece tek bir şeye değil, hayatınızdaki onlarca farklı duruma sebep olabilir. Sizi mutsuz eden bir okul tercihi belki aynı anda karşınıza hayatınızın aşkını, çocuğunuzun babasını armağan eder size. O yanlış tercihe mutsuz olma olanağı uçup gider. Kader deyip durdukları bu kadar basit aslında. Aşkını, işini, dostunu ya da hayatımıza yön verecek-vermeyecek her ayrıntıya kendi adımlarımız, seçtiğimiz yollar, gittiğimiz yön belirliyor. Adına ister kader diyelim ister alın yazısı sonuçta bizim tercihlerimiz. Bilerek veya bilmeyerek biz belirliyoruz. Hayat bize armağanlar veriyor veya hiç tanımayacağımız güzellikleri geride bıraktırıyor. Elimizin tersiyle ittiklerimiz belki kötü belki iyi, bilemiyoruz. Bize düşen sadece yaşamak. Öyle veya böyle gittiğimiz yönde devam etmek..

18 Şubat 2015 Çarşamba

Kızıma Mektup ( 2 ) Deniz 3 yaşında

Canım kızım, küçük meleğim, bal böceğim benim....
Bugün 3 yaşındasın. Ama tüm anneler gibi ben seni küçük bir bebek gibi görüyorum. Hala kokumu duyunca sızıp kalan o 5 günlük minnacık bebeksin gözlerimde. Oysa son aylarda öyle hızlı büyüdün ki. Boyun 1 metreyi geçti, yüzündeki anlam-ifadelerin-mimiklerin değişti. Adam akıllı konuşabiliyorsun. Şarkılar, şiirler, tekerlemeler ezber ezber aklında anlatıyorsun. Kendinle ilgili iyi kötü ne varsa söylüyorsun. Okulda olmak, arkadaşlarının olması seni mutlu ediyor. Akşam gelip bize anlatıyorsun. El becerilerin gelişiyor; boyalar-hamurlar-danslar-kendince oynadıkların hızla değişiyor, gelişiyor. Biz hala hayretler ediyoruz. Seninle sohbet edebilmenin keyfini çıkarıyoruz. Yarım yamalak anlattıkların, tepkilerin bizi gülümsetiyor; biz güldükçe sen gülüyorsun. Ah öyle keyifli ki seninle yaşamak. Babanla sen doğmadan hayal ettiklerimiz bir bir gerçek oluyor ve biz evde büyüyen bir insan yavrusuyla olmayı her geçen gün daha çok seviyoruz. Senin bize öğrettiklerin bazen bizim sana öğrettiklerimizi aşıyor.  Bir olmayı, aile olmayı, kucağımıza verilen yavruya bir hayat vermeyi öğreniyoruz. Her anımızda seni ve senin geleceğini düşünüyoruz. Senin uğruna çabaladıklarımız zorumuza gitmiyor hiç, tam tersi hırs veriyor, umut veriyor varlığın. Daha çok mutlu ol diye didinmek bizi ayakta tutuyor, yaşama bağlıyor. Sevgin, dehşetli, inanılmaz, tarifsiz. Daha önce bildiğimiz tüm sevgilerden başka bu duygu. Hem sadece bizim değil, senin bize olan sevgin de büyüleyici.İyi doğmuşsun canım kızım. İyi ki bizim kızım olmuşsun. Ömrün sağlık, şans ve mutlulukla geçsin melek kızım.