Hiç hesapta yokken aniden İstanbul'dan uzaklaşmaya karar verdik. Hamileliği de sayarsak 2 senedir hiç baş başa zaman geçirmemiştik. Bir yandan Deniz'i ilk kez geride bırakmaktan çok da emin olamasak da bu kaçamağa gerçekten ihtiyacımız vardı. Deniz sadece 2.5 gün zaten alışkın olduğu anneannesi ve dedesinde kalacaktı bu yüzden içimiz rahattı. Üstelik Eylül ve Ekim'de onunla beraber geçireceğimiz tatilleri düşününce çok da vicdan azabı çekmemize gerek yoktu aslında. Nereye gideceğimiz hakkında çok düşünmedik. 2 sene önceki Ege tatilinde sadece 1 gün kaldığımız için tadı damadığımızda kalan Bozcaada'ydı ilk akla düşen. Yakındı, güzeldi, dört tarafı denizdi..1.5 yaşında çocukla gezilmesi zor bir yerdi aynı zamanda. Madem onsuz gidiyoruz sokak sokak gezecek bir yer olmalıydı. Henüz Deniz'le yalnız ve otel tatili yapmaya hazır değiliz açıkçası. Ancak seneye..Seneye alışmaya başlasın istiyoruz anne-babasının gezme tarzına :) Otelde yayılmayı seven bir çift olmadık hiç. O yüzden mecbur gezmeye alışacak küçük hanım. Bir diğer dileğimiz de en kısa sürede fotoğraf çekmeyi öğrensin ki kendi kendimizi çekmeye çalışmaktan yorulduk 10 senedir :) Pazar sabahı güneş'den evvel düştük yollara..Ahh ne güzeldi yeniden yollarda olmak. Sağa baksan günebakanlar sola baksan yine günebakanlar. Bu yaşımda hala hayretle izlerim onların güneş'e aşık hallerini.Aralarda küsmüş ve güneşe dönmemiş yaramazlar da yok değildi ya, neyse.
Bir yandan 10 senelik beraberliğimizi kutladık bir yandan baş başa olmanın tadını çıkardık. Eğer yolunuz düşerse mutlaka mezelerin tadına bakın derim. Sabah yeni bir güne uyandık, yayıla yayıla yapılan kahvaltının ardından kendimizi adanın cennet plajlarını keşfe bıraktık. Adanın rüzgar alan ve çorak kalmış ön tarafının aksine içlerinde sayısız bağlar, arka tarafında yemyeşil alanlar da var. Her koy ayrı bir cennet. Deniz girmeye elverişli sakin plajlarını bulmak kolay. Bir şemsiye iki sandalye yeterli istediğiniz her yerden denize girebilmek için aslında. Rüzgarın, denizin ve sevgilinin sesini dinlemek için eşsiz saatlerdi. Şehirden uzak olmak ayların stresini içimden söküp atıyordu. Ne güzel şeymiş saate bakmadan hatta koluna saat bile takmadan, televizyon izlemeden, gazete ve sosyal medyadan uzak zaman geçirmek.
Plan yapmamak, bir yerlere yetişme telaşı yaşamamak, özgür hissetmek. İstediğinde uyumak istediğinde uyanmak, bir sofrada saatlerce oturmak, istediğin kadar şarap içmek...Dar sokaklarda kaybola kaybola gezinmek ne güzelmiş. Günün kalanını dinlenerek, sokaklarda gezerek, alışveriş yaparak geçirdik. Poşet kullanımının yasak olduğundan, her aldığımızı kese kağıtlarında taşımanın keyfini yaşadık. Akşama ise şarabımız ve peynirimizle Polente'de gün batımını seyretmek için yerimizi almıştık bile. Geçen sefer kaçırdığımız gün batımının tadını uzun uzun çıkardık bu kez. Hele ki dönüşte Çınaraltı'nda F.D. ye rastlamak bizim için özellikle Özkan için ayrı bir mutluluk oldu. Koşarak arabaya gidip cd'sini aldı imzalatmak için. Munis, kibar, özel insan Feridun D. ile sohbet etmek bizi daha da şanslı hissettirdi tabi. Pazar öğlenden Salı öğlene kadar belki doyumu imkansız zamanlardı ama sakin küçük bir ada'da olunca insan bir hafta dinlenmiş gibi hissediyor. Evde bekleyen ve deli gibi özlediğimiz kızımız olunca tatlı bir heyecanla dönüşe geçtik ama aklımız yine ada'da, küçük cadımızla tekrar gelmeye söz vererek ayrıldık...
ada, sen hep böyle kal. Telaşsız, huzurlu ve turkuvaz.
Bozcaada'nın en sevdiğim yanı, renkli cıvıl cıvıl kapıları.
Böyle bir yerde yazmak ofis'te yazmaktan daha iyi sanki :)
Deniz büyüse beraber fotoğraf çektirmek kolaylaşsa :)
"sen geçerken sahilden sessizce, gemiler kalkar yüreğimden gizlice"
Canımız F.D.
Habbele Plajı
Yakışıklı bir fotoğrafçı mı gördüm?
Bozcaada'nın durandam'ı
Günbatımında ihtiyaç olunan 3 şey.
Neşeli sandalyeler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder